Hazan-hazine-hüzzam. Çekimler birbirine benzeyen üç kelime. Neden dinlediğim her söz bana hüzün dolu yaşanmışlıkları hatırlatıyor. Neden sensizlik bana her daim yabancı. Neden yıllar önce söylediğin kelimeler az önce kulağıma fısıldanmış kadar heyecan dolu ve canlıyken benliğimle senden ayrıyken duyduğum sözler bana yabancı ve kederli. Hüzün dolu şarkıların kadını. Hüzzamı sevmemin nedenlerinden birisi de senin yokluğunun verdiği hicrandan öte, seninle yaşayabileceklerime olan özlem de mevcut. Damarlarımda bu kadar akan kanın varken seni görmeden, yaşayamadan, hissedemeden yaşanan bir aşk. Yanımda olsaydın celladım olurdun muhtemelen. Gözlerine bakarak biten bir hayattan başka, insan ne ister ki diye düşünüyorum her zamanki gibi.
Bu hissiyat içerisinde, Downton Abbey dizisinin dördüncü sezon, dokuzuncu bölümünde geçen bir cümlede durdum ve hatta dondum. Takıldığım cümleyi, Mutfak Şefi olan Bayan Patmore, konağın kâhyası Mr Carson’a söyledi. Beni donduran sözler “Her kadının kendisine arada ilgi gösterecek birisine ihtiyacı vardır, tercihen uygun olmayan bir biçimde.” cümlesiydi sadece.
Kendimi bir anda Uğur Dündar’ı İşte Hayatınız programında buluverdim.
Hatırlamayanlar için ya da tevellüttü yetmeyenler için hatırlatmakta fayda var. Programda bir misafir ağırlanır ve Uğur Dündar elindeki kırmızı kaplı defter ile onun hayatını anlatır ve arada anlattığı hikâyeden, geçmişten bir tanıdık çağırırdı. Geçmişten gelen kişi de koltukta oturanın zamanında ne kadar haylaz, yaramaz ya da iyi bir insan olduğunu anlatırdı.
Bu kadar takılmamım sebebi belki de yıllar, yıllar önce aşkı yeni tanıdığımı düşündüğüm zamanlarda, şiar edindiğim misyonu otuz yıldır devam ettirmeme sebep cümleyi, bir dizinin içinde geçen basit bir sözcükte görmenin verdiği dayanılmaz hafiflik belki de.
Geçmiş zamanlardan atiye bir yol çizerken seni yol kenarında, kavşakta ya da bir ağacın dallarına takılmış vaziyette unutasım var. Benliğim bu ağırlığı taşımakta zorlanıyor zaman zaman. Anlattığım tüm hikâyeler “yıllar, yıllar önce” diye başlıyor ve büyük birçoğunda sen varsın. Senden başkasını sevmek zulüm, ama ara sıra gözünü kapat, zira nefes almam gerek.
Dizide geçen cümledeki kadınlarla aramızda özel bir teşrik-i mesai vardı sanırım. Ben arada uğranacak bir han ve onlar da yolcu oldular her daim. Konakladılar, dinlendiler, eğlendiler ve yollarına devam ettiler. Gittikleri yol istikametin dışında oldu kimi zaman. Yeditepe İstanbul dizisinin karakterleri gibi oldum. Dizide herkesin kendi içinde yaşadığı bir hicran vardı, ama sürekli olarak etrafındakilere yardım etmeye çalıştılar. Karşılarındakinin gözüne sokmadan, gerekirse söylemeden istediğinde yanında olacağını bilmelerini sağladılar her daim. Hepsi bu kadar. Ancak içinde kocaman bir ateş yanarken ve zamanla büyüttüğün o alevi korlamak yerine halen harlamaya devam ederken neden halen Nightingale rolü. Olmam gereken yüzlerce rol varken ve sen yanımda yokken başkalarının kalp kırıklarını düzeltmeye uğraşıyorum sadece ve sonra kendi kalbim her daim kanıyor umutsuz bir şekilde.
Asl olan bu hikâyelerden alacağımız derslerdi. Ne kaldı elinde derseniz,
Aradığınız aşk ise eğer, her şeye rağmen yaşamaya çalışırsınız. Bu yolda attığınız adımlar Dante’ nin cennet ve cehenneminde anlattığı kan ve gözyaşı dolu anlara aittir. Onunla birlikte geçen bir günü anlatmaya sözcükler yetmezken buseler denizinde yaşananlar ve gördüklerimizin karşılığıdır gözyaşları. Bir ömre bedel yaşananları anlatmanın ölçüsünü kim verecek bize. Kozasından yeni çıkmış bir ipek böceği mi yoksa suya kavuşmak için koşturan caretta mi olacak mehil taşımız. Zira birinin ömrü üç gündür diğerinin ise asır süren bir yolculuk.
Birlikte dolaştığınız yerlerden yıllar sonra tek başınıza geçtiğinizde göreceğiniz sadece birçok dükkânın değiştiği, taşındığı, eskidiğidir sadece. Bazı yapıların eski azameti bile kalmamıştır, bizler gibi. Eski anılarda oturup kahve içtiğiniz ya da ilk kez öpüştüğünüz kafenin yerinde yeller esiyordur artık. Ancak oradan geçme amacınız sadece ve sadece bu sokaklarda halen onu görebilme umududur son bir kez. Belki de camın açılıp, sigarasını tellendirirken görebilme hayalini yaşayabilmek. Kim bilir?
Deli gibi çarpan kalbin ve durmaksızın severek yaşadığın bu dünyada sevmeye çalış. Aynı hayat amacının ne olduğunu bilmediğin bir dünyada vapurlara eşlik etmeye çalışan yunuslar gibi.
Her hikâyenin kahramanı olamayacağını, bazen de yol arkadaşlığı yaparak sessizce yanında yürümek gerektiğini anlayacaksın zamanla. Her zaman kalbin çarpacak, damarlarında akan kanı hissedeceksin. Unutma bunları hissetmediğin zaman zaten ölmüş olacaksın.
Zira aşk dermansız bir hastalıktır. Bu derde düşmeyenlerin bilemeyeceği kadar dermansız bir hastalık…