Yazar: 10:18 Genel Kafalar

Bandırma Yolcusu..

16 Mayıs günü Bandırma vapuruna bindi ve 19nda Samsun’da mücadeleye başladı diye geçer tarih kitaplarında. Bu kadar basit, yalın ve ruhsuz bir şekilde..

Peki; 16 Mayıs sabahı yatağında gözlerini açtığında neler düşündü, neler hissetti, nasıl bir ruh hali içerisindeydi hiç aklımıza geldi mi?

On beş milyona yakın bir nüfusu barındıran coğrafyanın kaderini değiştirmek için yola çıkan adamın neler hissettiğini anlamak için dönemde yaşanan olayları hatırlamak gerek.

Her şeyden önce memleketin üzerinde bir ağırlık vardı. Esaretin, çaresizliğin, bedbahtlığın hüznü semaya çökmüştü sanki.

Kasım 1918’de İngilizler İstanbul’u işgal etmiş,

Bir ay sonra, Osmanlı Mebusan Meclisi fesh edilmiş,

16 Mayıs sabahı İzmir in işgal haberini alacağı,

Anadolu’da silahlı mücadele başlatabileceği birliğin neredeyse kalmadığı, askerin çıplak ayak gezdiği, silah-mühimmatın nereden temin edilebileceğinin bile bilinemediği bir durumdaydı.

Tüm bu şartları bildiği halde, etrafında bulunan bir avuç adam ile birlikte tek başlarına, beş parasız, silahsız, ordusuz, padişaha bağlı insanları zamanı geldiğinde padişahı devirmek için ikna etmeye Anadolu’ya gidiyordu.

Cesaretini düşünebiliyor musunuz? Bu mutlak akıl yürüten bir satranç oyuncusunun mu yoksa cahil cesaretine kapılmış bir adamın fikir tezahürü müydü acaba?

Birde bunların üzerine iskeledeyken kendisine bir haber gelir. “Sakın gemiye binme. Bandırma’yı batıracaklar.” Okuduğum kitaplarda herhangi bir tereddüt gösterdiğine dair bir emare yok. Sadece gemi kaptanına sahile mümkün olduğunca yakın gitmeleri talimatını veriyor. Hepsi bu.

O dönemde yetişen Kurmay Subayların cahil cesaretinin esaretinde kalabileceklerini düşünmek bile aptallık olurdu zannımca. Jean Jacques Rousseau, Robespierre, Ziya Gökalp, Namık Kemal’lerin yazılarıyla büyüyen bir gencin fikrinin özgürlük, adalet, bağımsızlıktan başka bir yerde atmasını beklemek hata olmaz mıydı?

Sabah uyandı, tıraşını oldu, subay üniformasını giydi, kahvaltısını yaptı, annesinin elini öperek evden ayrıldı, o kadar. Zira nereye gideceğini, hangi şartlar ile karşılaşacağını aylar öncesinden planlamıştı. “Savaşlar komutanların aklında kazanılır.” vecizesi gibi sabah uyandığında ne yapacağını bilerek, hangi adımları izleyeceğini bilerek uyandığına kaniyim.

Ve sonunda Napolyon’un dediği gibi “gitti-gördü-yendi”

Buradaki asıl soru şu. 16 Mayıs sabahında onun yerinde biz olsaydık. Nasıl bir ruh hali içerisinde uyanırdık?

Ya da uyanabilir miydik?

Visited 1 times, 1 visit(s) today
Close