Yazar: 23:10 Genel Kafalar

Can-Canan…

Can – Canan. Kimi zaman karıştırılan iki kelimedir. Artık bu kelimeleri sadece insan isimleri olarak bilen bir kitle var ya. Neyse….

Hepimiz sevdayı ararız bir şekilde. Ve hatta; kapı pervazlarının ardında bile. Zira aşkın nereden çıkacağı belli olmaz. En umulmadık yerlerde kendisi ile karşılaştığını söyleyen birçok kişi tanıdım. Aşk onları belki çabuk terk etti ama dudaklarında kalan buseler deryası ile uzunca bir hayal dünyasında yol aldılar.

Vahdet-i vücudumun sahibi ben değil cananım ile biz olacağız diye çıktığım her savaşta Kartacalılar ile savaşmış Romalı askerler gibi yerle yeksen oldum. Yıllar süren savaşlardan geriye sadece hüzün dolu hatıralar kaldı.

Hatıralar canımı yaktıkça canandan uzaklaştım. El çabukluğu marifet kalbinin anahtarını aldım diye sevinirken kendimi ondan uzakta Gobi çölünde buluverdim bir çare bir şekilde. Sonra nerede bir vaha görsem koşar oldum dudaklarım aşka çatlar vaziyette.

Peki ne oldu da bu kadar severken, bir anda ıssız adam filmine döndü hayatımız. Yeni hayatımızda yatak odamız, oturma odamız, kullanacağımız diş fırçalarının renkleri bile belliyken neden bir anda ruhlar âlemine, Hades’in katına iniverdik.

Aşk nüvesi damarlarımda ilk dolaşmaya başladığı zamanlarda Robin Williams’ın “Aşkın Gücü” filmini seyretmiştim. Birisinin sadece aşkından dolayı cennetten çıkıp sevdiği kadının yanına cehennemde yaşamayı göze almasının hikâyesiydi. Aynen Dantenin, Beatrice’nin peşinden cehenneme gitmesi gibi. Aynen benim sevdiğim kadının peşinden cehennemin dibine kadar gideceğimi söylemem gibi.

Ya sonra…

Her seferinde hıçkırıklar ile seyrettiğim bu filmin hikayeden ibaret olduğunu, hiçbir aşkın anlatıldığı gibi sonsuza kadar sürmediğini, her zaman bir aldatan bir de aldanan olduğunu yada zamanla sevdaların bitiverdiğini öğrendim. Ya da öğrenmiş gibi yaptım. Ama ne olursa olsun vahdet defteri kapandı.

Canan’ı bulmak için bir ömür verip kendi canını bu uğurda harcayan insanlara gıpta ediyorum. Beyhude bir uğraş içerisinde olduklarını anlamaları için ellerinin sobada yanması gerektiğini bilmiyorlar. Ama gün gelip kafalarını kaldırdıklarında görecekleri yegâne şey yanmış yıkılmış bir sema olacak.

Yada Turgut Uyar’ın seması. Bakalım gün geldiğinde kim haklı çıkacak…

GÖĞE BAKMA DURAĞI

ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
şu aranıp duran korkak ellerimi tut
bu evleri atla bu evleri de bunları da
göğe bakalım

falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
inecek var deriz otobüs durur ineriz
bu karanlık böyle iyi afferin tanrıya
herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
beni bırak göğe bakalım

senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
seni aldım bu sunturlu yere getirdim
sayısız penceren vardı bir bir kapattım
bana dönesin diye bir bir kapattım
şimdi otobüs gelir biner gideriz
dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
bir ellerin, bir ellerim yeter belleyelim yetsin
seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
durma kendini hatırlat
durma göğe bakalım

Visited 4 times, 1 visit(s) today
Close