Yazar: 09:36 Genel Kafalar

Tolstoy – Hikayeler

Kitap kulübümüzde bu ay Ley Nikolai Yeviç TOLSTOY’ un iki hikâye kitabını okuduk.

İnsan Neyle Yaşar

Efendi ile Uşağı – Bir Toprak Sahibinin Sabahı

Önce kısaca TOLSTOY kimdir?

Zengin bir toprak sahibinin oğlu olarak Eylül 1828’de Tula’da bulunan, ailesine ait Yasyana Polyana Malikânesinde doğdu. 1854-55 arası Kırım’da topçu teğmeni olarak savaştı. Savaştan sonra St. Petersburg’a gitti, fakat burada birini radikal demokrat N. Çemişevski, diğerini muhafazakâr liberal 1. Turgenyev’in temsil ettiği iki edebi kampla da anlaşamayarak 1857de İsviçre, Fransa ve Almanya’yı kapsayan bir seyahate çıktı. Bu dönemde eğitim kurumlarıyla ilgilenmeye başladı ve Rusya’ya dönerek köylü çocukları için bir okul açtı. 1862’de komşu çiftliğin sahibi olan bir doktorun kızı Sofya Andeyevna Bers’le evlendi. Bu evlilikten on üç çocuğu oldu. Mutlu bir aile hayatı sürdüğü bu dönemde, Kazaklar, Sivastopol hikâyeleri ve ilk büyük romanı olan Savaş ve Barış’ı yazdı. 1875’ten sonra yıldan yıla anacak bir bunalıma girdi. 1877 de yayımlanan ikinci büyük romanı Anna Karenina bu bunalımın izlerini taşır. Tolstoy 1880’den sonra Ortodoks Kilisesi’ni, Hristiyanlıktaki ölümsüzlük düşüncesini ve her türlü siyasal iktidarı yadsıyan, kendine özgü bir tür Hıristiyanlık anarşizmi geliştirmeye başladı. Düşüncelerini açıkladığı “Dogmatik Teolojinin Eleştirisi”, “O Halde Ne Yapmalıyız?” ve “Tanrı’nın Hükümdarlığı Kendi içimizdedir” adlı makalelerinin yayımlanmasından sonra 1901 ‘de Kilise tarafından aforoz edildi. Bu dönemde yazdığı lvan İlyiç’in ölümü, Kroyçer Sonat, Hacı Murat, Diriliş gibi eserleri, aynı manevi arayışa, ahlaksızlıkla suçladığı sanat ve dogmalar ve mucizeler üreten Kiliseyi yadsıyışına işaret eder. 1900’lerden itibaren bir yandan mülkiyet konusundaki radikal fikirleri nedeniyle ailesiyle arası açılırken, diğer yandan aydın Rus gençleri arasında giderek daha çok tanındı. Bu ikisi, derin bunalımını ve manevi yalnızlığını artırdı. 1910’da ailesini terk etmeye karar vererek yanında en küçük kızı ve doktoruyla yola çıktı. Ancak birkaç gün sonra Astapovo tren istasyonunda zatürreeden öldü.

Okuduğumuz her iki kitapta dini sorguladığı, hayatını dini değerlere göre yönlendirdiği bir zamanına aittir. Bu nedenle Tolstoy’un diğer kitaptaki anlatımlarından daha farklı hikâyeler yer almaktadır. Burada anlatılan hikâyeler, dini örgüyü kuvvetlendirmek için bizlere küçükken anlatılan rubailere benzemektedir. Allah/Tanrı teması ve onun isteklerine göre hayatımızı yönlendirmemiz telkin edilmektedir.

İnsan neyle yaşar kitabı içerisinde altı farklı kısa hikâye mevcut. Sırasıyla gidelim

  • İnsan Neyle Yaşar;
  1. Hikâyede; Yuhanna İncili 3-4.bölümlere atıfta bulunulmuştur.

Bölümlerin link;

https://www.bible.com/tr/bible/170/1JN.3.TCL02 Tolstoy bu bölümde 14-17-18. nci baplara atıfta bulunmuştur.

https://www.bible.com/tr/bible/170/1JN.4.TCL02 Tolstoy bu bölümde 7-8-12-16-20. nci baplara atıfta bulunmuştur.

3 ve 4.bölümlerde konuşan Hz. Yahya’dır.

3.bölümde “Hepimizin Allah’ın çocukları olduğu, bizlerin günah işleyemeyeceği, günah işleyenlerin iblisin soyunun devamı olduklarını belirtmektedir. Kardeşinden nefret edemeyeceğimizi belirtip, şeytan nasıl Kabil’i kandırarak Habil’i öldürttüyse, tanrı sevgisi sayesinde bu engellerin aşılacağını anlatır.

4.bölümde ise “ Birçok sahte peygamberin dünyada olduğunu, bunların içerisinden sadece Hz. İsa’ya inanların Allah’ı kabul ettiğini, sevginin önemini, Allah’ın bizi çok sevdiği için oğlunu yanımıza gönderdiğini, “Tanrı’yı seven kardeşini de sevsin” buyruğunun bize verildiğini anlatır”

Kitaba gelince;

Karısı ve çocukları ile birlikte kirada oturdukları evde ayakkabıcılık yapan Semyon’un hikâyesini anlatmaktadır. (Hikayede Mujik diye bahsediyor; Mujik, Rusya’da Çar II.Aleksandr tarafından 1861’de yürürlüğe konan köylü serfliğinin kaldırılması (toprak köleliği) ile özgürlüğüne kavuşan Rus köylülerdi ) Semyon karısına yeni bir gocuk almak için köye iner. Gocuk için 2 yıldır para biriktirmiş ve köydeki alacaklarını da toplayarak gocuğu alacağını düşünmüştür. Ancak alacaklılardan herhangi bir ödeme alamaz ve alabildiği 20 kapiği içkiye yatırır. Dönüşte içkinin tesiri ile hem biraz ısınmış hem de alkolün sarhoşluğunun etkisine girmiştir. Kilisenin arkasında beyaz bir şeye gözü takılır. “Ölü mü diri mi belli olmayan, kilisenin duvarına yaslanmış, kıpırdamadan oturan çırılçıplak bir adam vardı” karşımda diye anlatır bu sahneyi. Korktuğu için yanından önce yürüyüp geçer. Sonra vicdanı sızlar ve “Ne yapıyorsun be Semyon Adam oradan yokluktan geberip gidiyor, sense korkup tabanları yağlıyorsun. Çok mu zenginsin de paranı çaldırmaktan korkuyorsun? Yuh sana Semyon, utan” der ve adamın yanına gider.

Semyon adamın yanına gidince elindeki çizmeleri, kuşağını ve üzerindeki kaftanı adama verir ve adamı evine getirir. Adamın yol boyunca söylediği tek söz “Beni tanrı cezalandırdı” dır. Semyon’ un eşi Matryona onları görünce çok kızar. Hem kendisine gocuk almamasına, hem içkili bir halde gelmesine hem de yarı çıplak bir adamı eve getirmesine öfke kudurur. Matryona’ yı sakinleştiren sözcük Semyon’un “Sen Tanrı’ya inanmıyor musun? “demesi olur. Kadın bunun üzerine son ekmek parçasını getirir ve onlara verir. Semyon kilisenin yanında gördüğü adamın isminin Mihail olduğunu öğrenir, evde bir döşek verir, ona ayakkabılığı öğretir ve onlarla yaşamasını ister.

Mihail ayakkabıcılıkta ustalaşır ve 6 yıl boyunca onlar ile birlikte kalır. Bu 6 yıllık süreçte iki tane daha olay onun kaderini belirler.

İlki bir derebeyinin onlara çizme yaptırmak için evlerine gelmesiydi. Kerli, ferli koca adam Alman malı 20 rublelik deri parçasını onların önüne atar ve bu deriden bir çizme yapmalarını ister. Semyon, Mihail’e baktığında onun gülümsediğini görür ve gözüyle ondan yapabileceklerine dair onay alır. Ölçüler alınır ve adam gittikten sonra Mihail çalışmaya başlar. Ertesi gün yaptığının çizme değil bir çift terlik olduğu anlaşılır. Evde kıyamet kopar. Herkes hapse girmekten, kendilerine verilecek cezadan korkmaktadır yalnız Mihail hariç. O köşesinde sakin bir şekilde oturmaktadır. Bu sırada derebeyi ile birlikte gelen uşak kapıdan girer ve beyin dün yolda vefat ettiğini, beyin eşinin onlardan bir çift terlik istediğini belirtir. Mihail daha önce hazırladığı terliği verir ve uşağı gönderir

İkinci olay ise altı yıl sonra yaşanır. Semyon’ un çocuklarından biri “Mihail Amca, bak bir tüccar karısı geliyor, kızları da yanında. Kızlardan birisi de topal.” Dediğinde Mihail işini bırakarak sokağa bakmaya başlar. Bu alışılmadık bir şeydir. Kadın kızlara baharda giysinler diye deri ayakkabı yaptırmak ister ve o sırada kızların hikâyesini anlatır. Kızların babaları altı yıl önce Salı günü ölmüştür. Kadın ise üzerine ağaç düşerek hayatını kaybetmiş. Ölürken de kızının üzerine düşmüş ve ayağı ezilmiş.

Mihail kadın gittikten sonra işini bırakıp ayağa kalkar ve “Affedin beni. Tanrı beni affetti sizde affedin” der. Semyon “Söyle bana Mihail, Tanrı seni neden cezalandırdı” deyince anlatmaya başlar.

  • Tanrı onu dinlemediğim için beni cezalandırdı. Ben cennette bir melektim. Bir gün ona karşı geldim. Tanrı beni bir kadının ruhunu almaya yollamıştı. Kadının yanında yeni doğan iki çocuk gördüm. Kadının yakarmalarından sonra birisini göğsüne yanaştırdım diğerini de eline verdim ve göğe yükseldim. Tanrının huzuruna çıktığımda, lohusanın ruhunu alamadım. Kadın çocuklar ana-babasız yaşayamaz diyor. Ben bu kadının ruhunu alamadım. Tanrı bana şöyle dedi. “Git kadının ruhunu al. Sonra da şu üç kelamımı öğren. İnsanda ne var? İnsana ne verilmemiştir? İnsan neyle yaşar? Kadının ruhunu aldım ve o sırada bir rüzgâr çıktı. Kadın göğe yükseldi ben de dünyaya düştüm.

 

İnsanda ne var?

Matruşka, Semyon’ un Tanrı’yı hatırlatması ile bana iyi davrandı ve bana son ekmeğini verdi.  Orada insanda sevgi olduğunu anladım.

İnsana ne verilmemiştir?

Zengin adam buraya geldiğinde giyeceği ayakkabının ve önündeki yılların hesabını yapıyordu. Ancak ben onun öleceğini ardındaki ölüm meleğinden gördüm. İnsana neye ihtiyacı olduğunu bilme yetisi verilmemişti.

İnsan neyle yaşar?

İnsanın içinde Tanrı’dan suret yaşarmış. Kadının başkasının çocuklarına bakmasından bunu gördüm ve anladım.

 

Ve toparlanarak melek olarak göğe yükselir.

Hikâyedeki 6 yıllık süre, dünyanın 6 günde yaratılmasına bir gönderme, adamla kadının ölüm zamanları da Tevrat’taki Âdem’in Salı, Havva’nın Cuma günü yaratılmasına atıfta bulunulmuş olabilir. Tam emin olmamakla birlikte Mihail’de dört büyük melekten Mikail’e atıf ve Mikail’in başlangıçta tüm görevleri üstlenmesi(buna ölüm de dâhil) daha sonra can almak istememesi bir süre sürgün yemesi ve Allah tarafından affedilmesi de olabilir.

Mujik – Vikipedi (wikipedia.org)

  • Kıvılcım Söndürmeyen Ateşi Zapt Edemez.
  1. Hikâyede; Matta İncili 18.bölüme atıfta bulunulmuştur.

https://incil.info/kitap/Matta/18

Matta 18’de genel olarak “Size doğrusunu söyleyeyim, yolunuzdan dönüp küçük çocuklar gibi olmazsanız, Göklerin Egemenliği ’ne asla giremezsiniz. Bu küçüklerden birini bile hor görmekten sakının! Size şunu söyleyeyim, onların göklerdeki melekleri, göklerdeki Baba’mın yüzünü her zaman görürler” temasını işler. Sonra Yuhanna İncilinde olduğu gibi kardeşine karşı yaptığın günahların affedilip affedilmeyeceği konusunda hüküm verir. “Petrus İsa’ya gelip, “Ya Rab” dedi, “Kardeşim bana karşı kaç kez günah işlerse onu bağışlamalıyım? Yedi kez mi? İsa, “Yedi kez değil” dedi. “Yetmiş kere yedi kez derim sana.” Diyerek kitaptaki ayetle hikâye başlar.

Öncelikle bu hikâye bana Kemal Sunal’ın “Davacı” filmini hatırlattı.

https://www.youtube.com/watch?v=pQ9GgiPPYnc

Hikâyedeki kahramanımız İvan Şerbakov köyün en çalışkan adamıydı. Durumu iyiydi, gücü kuvveti yerinde ve malı mülkü de vardı diye anlatılır. Ancak babalarının zamanlarındaki gibi dostça yan çiftlik sahibi Topal Gavrilo ile geçinemediler bir türlü. İvan’ın gelini tavuklarının yumurtasını kendi çiftliklerinde bulamaz ve Gavrilo’ ların aldığını düşünür. Oradaki kadınlar ile ağız dalaşına girişirler. Daha sonra olaya aileler dâhil olur ve kavga çıkar. Kavga sonucunda eski hesaplar açılır ve herkes geçmişten gelen hesapları kusmaya başlar. Ancak bununla yetinemediklerinden birbirlerinden davacı olurlar. Sürekli mahkemeye giderek bir sebeple dava açarlar. Araya aracılar girmesine, para ve zaman kaybetmelerine rağmen bundan bir türlü kurtulamazlar. Bu konuda tek mantıklı düşünen ise İvan’ın yaşlı babası olmuştu. Komşusu ile kavga etmenin ona hiçbir yarar getirmeyeceğini her seferinde anlattı ancak bir türlü çözüm alamaz. Ta ki mahkeme Topal Gavrilo’yu 20 kırbaç cezasına çarptırana dek.  Bu cezadan sonra her şey değişir. Cezanın verildiğini öğrenen ihtiyar oğlu İvan Şerbakov’a “Ban Vanya! Şu ihtiyar babanı dinle. Hemen kır atı koş arabaya, mahkemeye git ve tüm şikâyet dilekçelerini geri al; sabah da doğruca Gavria’ ya git, Tanrı’nın izniyle onunla barış ve bize davet et. Yarın bayram(Meryem yortusu) semaveri hazırla, bir şişede yarımlık votka al, bütün günahlarınızı karşılıklı affedin, kadınlar ve çocuklara da aynısını buyur” der. İvan “İhtiyar doğru söylüyor” dedi ancak bunu nasıl yapacağını, nasıl barışılacağını bilmediği için yapamaz.

O gece Topal Gavrilo, İvan’ların evini çiftliğini ateşe verir. İvan olayı başından beri görmesine rağmen içindeki intikam ve hırs gözlerini kör ettiği için yangını durdurmak yerine Topal Gavrilo ile kavga etmeyi seçer. Sonuçta her iki ailenin de evi, çiftlik ve hayvanları gözlerinin önünde yanarak kül olur. Babası son anlarında İvan’a “Suç kimde?” diye sorar. İvan tüm suçu Topal Gavrilo’ attı önce. Ama sonra “Suç bende babacığım” diyerek gerçeği anlar. Yangını kimin çıkarttığını söylemez. Topal Gavrilo ile barışırlar ve tekrar işlerinin başına geçerek eski güzel günlerine kavuşurlar.

Kıssadan Hisse: Birisi size kötülük ederse, intikam almaya değil, arayı düzetmeye çalışın. Birisi size küfür ederse aynı şekilde karşılık vermeyin, karşınızdakine küfür etmemeyi öğretin.

  • Mum
  1. Hikâyede; Matta İncili 5.bölüme atıfta bulunulmuştur.

https://incil.info/kitap/Matta/5

Matta 5’de ana başlıklar;

“Benim yüzümden insanlar size sövüp zulmettikleri, yalan yere size karşı her türlü kötü sözü söyledikleri zaman ne mutlu size!. Sevinin, sevinçle coşun! Çünkü göklerdeki ödülünüz büyüktür. Sizden önce yaşayan peygamberlere de böyle zulmettiler.”

“Doğruluğunuz din bilginleriyle Ferisiler’in kini aşmadıkça, Göklerin Egemenliği’ ne asla giremezsiniz!”

https://tr.wikipedia.org/wiki/Ferisiler#:~:text=Ferisi%20Yahudileri%20veya%20Ferisiler%20%C4%B0kinci,d%C3%BC%C5%9F%C3%BCnce%20okulu%20ve%20siyasi%20grubudur.

“Atalarımıza, ‘Adam öldürmeyeceksin. Öldüren yargılanacak’ dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, kardeşine öfkelenen herkes yargılanacaktır. Kim kardeşine aşağılayıcı bir söz söylerse, Yüksek Kurul’da yargılanacaktır.”

“ ‘Zina etmeyeceksin’ dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, bir kadına şehvetle bakan her adam, yüreğinde o kadınla zina etmiş olur.  “

“Göze göz, dişe diş’ dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin. Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin.”

“ ‘Komşunu seveceksin, düşmanından nefret edeceksin’ dendiğini duydunuz.  Ama ben size diyorum ki, düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin.

Bu olay derebeylik zamanlarında yaşandı. Her türlü derebeyi vardı o zamanlar. Tanrı ve ölüm korkusu olan, insana merhamet etmeyi bilenler de vardı, hatırlamaya bile değmeyecek, köpek gibi olanlar da. Fakat en kötüleri, çamurun içinden çıkmasına rağmen prens olmuş gibi davranan, toprak köleleri arasında yükselip amir olanlardı! Herkes en çok onlardan çekiyordu. Bir beyin çiftliğinde böyle bir kâhya vardı. Köylüler bey için angaryada (Kölelik düzeninde köylünün derebeyine yaptığı zorunlu ücretsiz hizmet. ) çalışıyorlardı.

Hikâye bu cümle ile başlayarak, kâhyanın eline gücü geçirir geçirmez köylülerin tepesine binmesini anlatmaktadır. Köylüler kendi aralarında kâhyayı ortadan kaldırmak için planlar kurmaya başlar ve kendi içlerinde tartışmaya başlarlar. Söz sırası Pyotr Miheyev’e gelince “Büyük bir günah işliyorsunuz dostlar. Bir insanın canının almak ciddi bir günah. Bir ruhu yok etmek kolay,  peki sonra sizin ruhunuz ne olacak? Adam kötülük ediyorsa ediyor. Katlanmak gerek dostlar”. Diğer köylüler bu düşünceyi benimsemedi. İsa yortusunda çalışmamak için birlik olmak istediler ancak muhtardan gelen bildiri ile mecburen çalıştılar.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Katolik_Yortusu

Kâhya Mihail Semyoniç daha sonra muhtardan köylüler ile ilgili bilgi aldı. Kendisi için söylenen kötü sözleri dinledi. Onlar ile eğlendi ve vereceği cezaları anlattı. Kâhya herkesi tek tek sorduktan sonra sıra Pyotr Miheyev’e geldi. Muhtar “Köylüler arasında size tek sövmeyen kişi o. Kurnaz bir adamdır. Beni şaşırtıyor” dedi ve devam etti. “Turkin tepelerinin yamacında bir çift sürüyordu. Ona yaklaşınca birilerinin şarkı söylediğini duydum, derinden gelen tatlı bir sesti. Sabanın arasında ateş gibi bir şey parlıyordu. Biraz daha yaklaştığımda beş kapiklik bir mumu sabana tutturmuş, mum yanıyor, rüzgârdan da hiç sönmüyordu. Pyotr ise yepyeni bir gömlek giymiş çift sürüyor, bir yandan da bir yortu ilahisi fısıldanıyordu. Son olarak köylüler onunla alay edince dünyada barış, insanda iyi niyet olmalı dedi ve sabana sarılıp ilahi söylemeye devam etti.

Mihail Semyoniç bu sözleri duyunca “Beni yendi. Şimdi anlıyorum” demeye başladı. Sürekli olarak “Beni yendi, beni yendi” diyordu. Karısının da telkiniyle köylüleri yortuda çalışmaktan serbest bırakmak için hazırlandı, atını istedi ve köye gitti. Köye geldiğinde kapalı kapılardan birisinden girmek istedi. Atından inip kapıyı açmak istedi. Bir ayağı üzengideyken, bir domuz atı ürküttü, at çite doğru sıçradı ve kâhya kazıların üstüne düşerek orada öldü.

Pyotr Miheyev onu bu halde görünce, gözlerini kapar ve oğlunun yardımıyla kâhyanın cansız vücudunu arabayla evine geri götürür. Bey olayları öğrenince günahtan kurtulmak için köylüleri azat eder ve çiftiliği de vergi karşılığı onlara verir.

Hikâye, köylülerde Tanrı’nın gücünün kötülükte değil, iyilikte olduğunu anladı diyerek biter

Not: Benim kanaatime göre bu hikâyede Hz İsa “Pyotr Miheyev” olarak, şeytan da Mihail Semyoniç olarak anlatılmış. Hz. İsa’nın Matta 5’de anlatılan “kötüye karşı direnmeyin. Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin.” sözleri ile hikâyede şeytana karşı gelinebileceğini anlatmaktadır.

https://kelimeler.gen.tr/angarya-nedir-ne-demek-15771

  • Kızlar Büyüklerden Akıllıymış
  1. Hikâyede; Matta İncili 18.bölüme atıfta bulunulmuştur (Açıklama Kıvılcım Söndürmeyen Ateşi Zapt Edemez hikâyesinin altında mevcuttur)

https://incil.info/kitap/Matta/18

Üç sayfalık bu kısa hikâyede genel olarak, “Kıvılcım Söndürmeyen Ateşi Zapt Edemez” hikâyesinin izleri mevcuttur. Bu sefer kavga eden iki kızdır. Kızların kavgasına aileler karışır. Onlar birbirleriyle daha şiddetli bir kavgaya tutuşur. Küçük kızlar bu arada barışmış ve tekrar oyun oynamaya başlamıştır. Onları gören bir ihtiyar ”Tanrı’dan korkunç Koca adamlar şu küçük kızlar yüzünden dövüşmeye başladınız ama onlar unuttu bile. Yine birbirlerini seviyor, neşeyle oynuyorlar işte. Sizden akıllıymışlar doğrusu!”

Hikâye şu sözlerle bitmektedir. “Küçük çocuklar gibi olmazsanız, Göklerin Egemenliğine asla giremezsiniz.”

Not: Bu hikâyede enteresan olan arabuluculuk rolünün gene ihtiyar bir adama verilmesidir. Her iki benzer hikâyede de itidal çağrısı yapan ihtiyar adamlardır.

  • İnsana Çok Toprak Gerekir Mi?
  1. Hikâye iki kız kardeşin konuşmalarına yorum yapan ve yorumu duyan şeytanın onu ayartmasının hikâyesidir. Kahramanımız Pahom önce köy yakınlarında küçük bir çiftlik sahibi olan bey karısından on beş desyatinalık (bir desyatina yaklaşık 1 hektar) toprak alır. Toprak sahibi olmanın etkisi ile daha önce dostu olan diğer çiftlik sahipleri ile kavga etmeye başlar. Para kazanmaya başladıkça toplum içinde az dostu olmaya başlar. Köy ahalisinin başka yerlere göç etmeye başladığı dedikoduları çıkınca “Toprağımı bırakıp gidecek halim yok, ama bizim köylüler gitse, daha geniş topraklarım olur. Onlarınkini alıp kendiminkine katar şimdikinden daha iyi yaşarım” diye düşünmeye başlar.

Bu sıralarda bir yolcu ona misafir gelir, Volga’nın ötesindeki topraklardan. Toprağın veriminden bahsedince Pahom fikrini değiştirmeye başladı. Yaz gelince yola çıktı. Samara’dan dört yüz verst uzaklıktaki köydeki toprakları görür ve kararını verir. Tüm malını mülkünü satarak burada toprak kiraladı. Kazandığı para eskisinden fazla olmasına rağmen gene de gözü doymadı. Toprak kiralamaktan ziyade satın almaya karar verdi. Satın alacağı toprağı bulmuştur. Darda olan bir köylü ile beş yüz desyatinalık toprak için bin beş yüz rubleye anlaşır. Tam imzalar atılacakken yoldan geçen bir Tüccar Pahom’un aklını çeler. Tüccar çok uzaktan Başkurdistan’dan geldiğini söyler. Başkurtlardan ( Türk halklarından biridir. Çoğunluğu Rusya içindeki Başkurdistan’da yaşar.) beş bin desyatinalık toprak aldığını bunu da bin rubleye mal ettiğini anlatında Pahom hemen yola koyulur. Başkurt köyüne ulaşınca tüccarın dediği kadar olduğunu anlar ve hemen pazarlığa girişir. Tüm kabileye çeşitli hediyeler verir. Kabilenin reisi ile tapu pazarlığı yaparlar ve reis ölçü olarak değil gün olarak ücret ister. “Fiyatlar bizde hep aynı. Bir gün için bin ruble”. Pahom anlamaz “Nasıl yani bir gün? Kaç desyatina ediyor bu ölçü?” diye sorar. “Biz ölçüyü bilemeyiz. Biz gün hesabıyla satıyoruz, bir günde ne kadar toprak çevirirsen o kadar senindir, bir günün fiyatı da bin ruble işte” der reis. Pahom kabilenin ahmaklığı ile içinden alay eder ve erkenden yatmaya gider. Zira sabah gün ağardığında erkenden toprağı çevirmeye başlayacaktır. Gece rüyasında kendisini ziyaret eden misafir, tüccar ve Başkurt reisini kendisine gülerken görür. Daha sonra hepsinin silueti şeytan olarak değiştir. Şeytanın önünde ise sadece bir gömlekle pantolon olan, çıplak ayaklı bir adamın yatmakta olduğunu görünce rüyadan uyanır. Erkenden yola revan olurlar. Reis araziyi gösterince Pahom’ un gözleri parlar. Reis başlığını çıkartarak yere koyar ve “İste işaret, buradan başlayarak gün batmadan yine buraya döneceksin. Ne kadar toprak çevirirsen hepsi senin olacak” der.

Pahom güneşe doğru yürümeye başlar. On verst yürüdükten sonra kahvaltı yapmak için durur. Daha sonra çizmelerini çıkartarak yürümeye başlar. Her geçtiği yerden sonra “Burası çok güzel bir yer, vazgeçersem yazık olur, ilerledikçe toprak güzelleşmeye başladı” diyerek devam eder. Ardına bakınca şihan (kalınlık/yükselti anlamında. Muhtemelen parayı koyduğu yer) güçlükle seçilir ve üzerindekiler karınca kadar gözükmeye başlar. Kenarları dönmeye başlar ancak her geçtiği yerde “ilerisi daha güzel” dediği için yamuk bir alan yapar. Gün batmaya başlarken geri dönüşe geçer. Ancak gün batmadan yetişemeyeceğini anladığı için üzerindekileri çıkartarak koşmaya başlar. Bacaklarının kesildiğini, göğsünün şiştiğini hissediyor ancak “Bu kadar koştuktan sonra durursam aptal derler “ diyerek koşmaya devam eder. Sonunda gün batmadan başladığı noktaya yere yatarak ulaşır. Uşağı yeren onu kaldırmak için atıldığında ağzından kan geldiğini görür ve öldüğünü anlar.

Son cümle hikâyenin özetidir “ Uşak küreği aldı, tam Pahom’a göre bir mezar kazdı. Üç arşınlık toprak parçası yetti Pahom’a”

https://en.wikipedia.org/wiki/Dessiatin

Başkurtlar – Vikipedi (wikipedia.org)

sihan – Osmanlıca Türkçe Sözlük, lügât, لغت (luggat.com)

 

  • İlyas

Tolstoy 6. ve son hikâyede Ufa’da yaşayan İlyas isimli bir Başkurt’un hikâyesini anlatır. Babasından kalan küçük bir toprağı zamanla büyütüp, otuz beş yıl sonra büyük bir servet sahibi olan bir adamın hikâyesini. İlyas her gelen misafirini büyük bir özenle ağırlamaktan imtina etmeyen bir kişiydi. Zaman içerisinde oğlu ile yaşadığı problemler, kuraklık, at sürüsünün çalınması gibi nedenlerle servetini kaybederek eşiyle birlikte komşuları Muhammet Şah’ ın evine hizmetçi olurlar.

Bir gün Muhammet Şah’ın evine gelen misafirler İlyas ve eşinin durumlarını gördükten sonra İlyas’a eski hayatını hatırlayıp hatırlamadıklarını sorarlar. İlyas gülümseyerek “Sana mutluluğu ve sefaleti anlatmaya kalksam inanamasın, iyisi mi karıma sor” diyerek eşini çağırır. Şam Şemagi “Kocamla elli yıl yaşadık, mutluluğu aradık bulamadık. Elimizdekileri kaybedeli iki yıl oluyor, hizmetçi olarak yaşıyoruz ama gerçek mutluluğu bulduk artık başka türlüsüne ihtiyacımız yok” diye cevap verince herkes şaşkına döner. Kadın “Zenginken kocamla bir saat bile huzurumuz yoktu, ne konuşabiliyor ne ruhlarımızı düşünebiliyor ne de dua edebiliyorduk. Misafirlerin rahatını düşünmekten, hizmetçileri kollamaktan, hırsızları takip etmekten başka bir şey düşünemedik. Sürekli bir kaygı içerisinde yaşamımız geçti.” der

Peki, şimdi diye sorduklarında ise,

“Artık kocamla sevgiyle, dostça konuşuyoruz. Kavga edecek, kaygılanacak bir şeyimiz kalmadı. Artık konuşacak, ruhumuz üzerine düşünecek, tanrıya dua edecek vaktimiz var. Elli yıl aradık mutluluğu, ancak şimdi bulduk” der ve İlyas’ta onu teyitler.

 

Efendi ile Uşağı – Bir Toprak Sahibinin Sabahı Kitabı

Bir Toprak Sahibinin Sabahı

Prens Nehlüdov, üniversitedeyken yaz tatili için köyüne gittiğinde hayatı değişir. Teyzesi Kontes Beloretskaya’ya bir mektup yazarak “Kendimi köy yaşantısına adamak için üniversiteden ayrılacağım, çünkü bu yaşantı için doğduğumu hissediyorum. Burada işler tarifsiz bir karışıklık içinde. Gördüğüm en büyük sorun, köylülerin çok acınacak ve çok yoksul bir durumda bulunmalarından kaynaklandığını, bunun da yalnız emek ve sabırla düzelebileceğini fark ettim. Yedi yüz insanın mutluluğunu sırf zevkleri ya da hırsları yüzünden zorbalık edecek hoyrat muhtarın ya da kâhyanın eline bırakamam. Kendimi iyi bir efendi olacak yetenekte hissediyorum. Tanrı bana ömür ve güç verirse bu girişimde başarılı olacağım.” der.

Teyzesi cevabi mektubunda “Seni yolundan çevirmeye çalışmayacağım. Köy yaşamına heves duyduğunu, köylülerini mutlu etmek istediğini ve iyi bir efendi olma umudu taşıdığını söylüyorsun.1- Bir şeye karşı hevesimiz, isteğimiz olduğunu ancak o isteğimizde yanıldığımız zaman hissettiğimizi, 2-kendini mutlu etmenin başkalarını mutlu etmekten daha kolay olduğunu, 3- iyi bir efendi olmak için soğuk ve sert bir adam olmak gerektiğini, öyle görünmeye çalışsan da senin, günün birinde öyle biri olacağını hiç sanmadığımı söylemeliyim. Elli yaşıma geldim, pek çok da değerli insan tanıdım, ama unvan sahibi, yetenekli, genç bir adamın iyilik yapma bahanesiyle kendini köye hapsettiğini hiç duymadım. Bildiğini yap, ama seninle aynı fikirde olmadığımı itiraf etmeliyim.” Diyerek mektubunu bitirir.

Genç adam mektubu aldıktan sonra mükemmel bir kadının da yanılabileceğini düşünerek, üniversiteden kaydını sildirerek ebediyen köyde kalmaya karar verir.

Hikâye bir haziran sabahında Prens Nehlüdov ‘un köylüleri ziyaretini ve orada yaşadıklarını anlatır.

Tolstoy bu hikâyeyi 1852-1856 yılları arasında yazmıştır. 5 yıl sonra II. Aleksandr  ise toprak sahiplerinin sert muhalefetini belirli ödünlerle yumuşatarak 3 Mart 1861’de serfliği kaldıran bir kararname yayımladı. Bu kararnamede on milyonlarca kişi özgürlüğe kavuşturulurken, uzun vadeli bir ödeme programıyla eski serflere belirli ölçüde toprak dağıtıldı. Ama mülk sahibi geniş bir köylü sınıfı yaratma çabası, toprak sahiplerine verilen tazminatları karşılamak için köylülerin ağır bir borç altına sokulması ve birçok bölgede köylülerin topraklarını ellerinde tutamaması gibi nedenlerle başarısızlığa uğradı. Buna karşılık toprak sahiplerinin ekonomik dayanaklarının zayıflamasıyla feodal ilişkilerde hızlı bir çözülme süreci başladı.”

https://tr.wikipedia.org/wiki/Rus_%C4%B0mparatorlu%C4%9Fu#cite_note-aksitarih-3

İvan Çurisenok – Kütük istedi diye evinden not defteri ve bir tomar parayla çıkar Prens Nehlüdov. Çurisenok’un evini “kütüklerden yapılmış, köşelerinden yer yer çürümüş, yana eğilmiş ve toprağa gömülmüş, yarı yıkık, köhne ve bakımsız” bir yer olarak tarif eder. Diğer köylüler de de göreceğimiz üzere İvan’ı ve annesini tasvir ettiği cümleler orada bulunan kişileri hiçbir yorum bırakmayacak şekilde kişileri tarif etmemizi sağlayacak kadar güzeldi.  Prens Nehlüdov evi ve ahırı gezdiğinde buranın sadece 4-5 adet kütük ile düzelmeyeceğine kani olur. Kendisini serflerin hamisi ilan eden prens köylüye yeni yaptırdığı çiftlikten bir yer teklif eder. Köylünün bu durumda uçarak bunu kabul etmesi beklenir. Ancak O kabul etmez. Bunun için birçok bahane öne sürer. “Toprakların çorak olmasını, ahır, kırıtma yerinin olmamasını, ıssız bir yer olmasını vb.” Karısı ile birlikte yerlere yatarak kendilerini buradan çıkartmaması için yalvarırlar. Gübresi taşınmamış, toprağı sürülmemiş vaziyette olan Çurisenok buna bahane olarak, Tanrı’nın onlara küsmüş olduğunu, eşinin sadece kız çocuk doğurduğu ve yardımcısının sadede yedi yaşındaki oğlu olduğunu “ama evde yedi can var diyor. Bu haliyle beş tane çocuk yapmaktan da geri durmuyor” ağlayıp sızlayarak anlatmaktadır. Nehlüdov bu durum karşısında cebinden bir tomar para çıkartarak “hayrıma bir inek satın al kendine” diyerek paraları masaya bırakır. Köylünün bu sahnedeki şark kurnazı tavırlarını çok güzel ifadelerle anlatır Tolstoy.

Kurnaz Yuhvanka – Atını satmak istiyor notunu okuyarak onun evine doğru yürümeye başladı. Yuhvanka’nın evi Çurisenok’un evine benzemiyordu. Bey’in malzemeleri ile onarılmış ve sağlam bir ev gördü karşısında. O sırada gördüğü evin kadınları da bakımlı ve diri kadınlardı. Ancak Yuhvanka lakabından da anlaşılacağı üzere kurnaz ve birazda sahtekâr bir yapıya sahipti. Satmak istediği genç bir at olmasına rağmen yirmi yaşında diye yalan söylüyor, sadece alkol ve eğlence uğruna bu atı satmak istiyordu. Prens Nehlüdov bunu şu sözlerle anlatır “ Yuhvanka neden sıkıntı çekmek zorundasın biliyor musun? Neden olacak, avlun açıkken, gübre tarlaya dökülmemişken, çitler kırılmışken sen hiçbir şey yapmadan evde oturup pipo içtiğin için, çiftliğin tamamını senin eline teslim etmiş olan annene bir lokma ekmek vermediğin, karının annene el kaldırmasına göz yumduğun ve kadıncağızı bana kadar gelip şikâyet edecek hale getirdiğin için” bunları söyledikten sonra yaşlı kadının avucuna bir miktar para sıkıştırdı ve oradan ayrıldı.

Ak Davidka’ya giderken yolda kâhyayı gördü. Yuhvanka’nın evinde yaşadıklarını, adamın nasıl bir karakterde olduğunu, karısının annesini dövdüğünü söyledi. Kâhya bunları dinledi ancak Yuhvanka’yı korumaya çalıştı. Kelle vergisi (Bireylerin gelirlerine orantılı vergi vermesi düşüncesine dayanan gelir vergisinin aksine kelle vergisi, herkesin aynı miktarda vergi vermesi esasına dayalıdır) toplamaya ne zaman gönderilse gittiğini, köy meclisi görevlisi olduğunu, angaryada çalıştığını anlattı.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Kelle_Vergisi

Ak Davidka – Ekmek ve çit kazığı istedi diyerek Davidka’nın evine gitti. Eve vardığında evin içi de dışı da pislik yığını halindeydi. Çiftlik ile ilgili hiçbir şey yapılmamış, evin dökülmeyen tek bir yanı kalmamıştı. Camı tıklatarak içeriye seslendi. Ancak hiçbir ses duyulmuyordu. Neden sonra fırının üzerinde bir kıpırdanma oldu. Davidka pis ve dökülmüş elbiseleri ile orada yatmaktadır. Prens Nehlüdov bu duruma çok kızar. Tarlada çalışma olmamasına, evin durumuna rağmen Davidka’ nın yatıp uyuması hiç hoşuna gitmez. Ancak Davidka durumu kabullenmiştir. İsterseniz beni dövün diyerek söze başlar. Nehlüdov bir süre Davidka’ya zılgıtı çektikten sonra içeriden Davidka’nın annesi çıkar. Oğlunun ne kadar beceriksiz birisi olduğunu, işinin sadece yatmak olduğunu birde o söyler. Davidka’nın eşinin sürekli çalıştığını ancak buna dayanamadığı için öldüğünü söyler ve Nehlüdov’dan oğluna evlenecek bir kadın ayarlamasını ister. Prens bunu kabul etmez ve sadece kendilerine ekin verebileceğini söyleyerek oradan ayrılır.

Dutlov’lara gitmek için oradan ayrılır. Yolda sütanneyi görür. Ondan genel olarak köy ile ilgili bilgi almaya çalışır. Dutlov’lara toprak kiralama, birlikte koru satın alma fikrini açar. Kadın “toprak sahibi bir köylü, beye parasından nasıl söz edebilir ki? Eşit olmayan bir durum, hem tüm parası tehlikeye girebilir. İşte bekçiyle ortak işe girdi ama yanıldı. O adamla nerede, nasıl hesaplaşacak. Paralar öylece gitti, bir toprak sahibiyle iş yapsa katiyen ödeşemez” sözlerini duyduktan sonra sinirle oradan çıkar

Dutlov’lara gittiğinde önce büyük oğullarını görür. Sonra babalarının yanına gider ve arıları izler. Sonra birlikte eve gidip bir parça ekmek yerler. Daha sonra Nehlüdov konuyu açar. “Hazine ormanından benimle yarı yarıya ortak koru ve arazi al” der. Adamın “Nasıl, hangi parayla alacağım efendimiz” sözüyle birlikte paran var, yok tartışmasına girerler. Kızgınlıkla evden ayrılır

Oradan ayrıldıktan sonra yol boyunca ve evde gün içerisinde yaşadıkları ve yapmak isteyip de yapamadığı hayalleri düşünür. Okuldan ayrılmasının ne kadar yanlış, teyzesinin verdiği aklın ne kadar doğru olduğunu anlar. Sonra Karp’ın oğlu İlyuşka’ nın arabacılık yapma hevesine kendisini kaptırır. Ancak bu bölümde İlyuşka’ dan bahsederken bir erkeğe olan tasvirleri ilginçtir. “Açık renk kıvırcık saçlar, parlayan dar mavi gözler, yüzünde diri pembelik dudağının üstüyle çenesini henüz örtmeye başlayan açık renkli tüyler, İlyuşka’nın yakışıklı ve güçlü bedeni” şeklinde tasvir eder. Hikâyenin sonunda aile özlemini O’ nu kendi yerine koyduğunu anlarız ancak betimlemeler enteresandır.

Genel olarak Çarlık Rusya’sının 1850’lerdeki halini anlatan, yoksul halkın durumunu gözler önüne seren bir hikâyedir. Genel olarak ekmek tabiri bana çok ilginç geldi. Ekmeği bir mecaz olarak mı kullandığını yoksa halkın durumunun ekmek bile yiyemeyecek durumda mı olduğunu araştırmaya çalıştım ancak net bir bilgi edinemedim.

 

 

Efendi ile Uşağı

İki kitapta okuduğum hikâyelerin belki de en fazla tasvirin yapıldığı, hikâyenin en net anlatımının olduğu bölüm buydu. Her sahne zihnimde canlandı. İnsanların para ve açgözlülüğünün sonunda canına mal olacağını anlatıyordu esasında. Ancak bu sefer kişileri anlatması ve betimlemesi daha net ve yalındı. Diğer yazılarından 40 yıl sonra 1895’de bu hikâyeyi yazmasından, kalemine çok daha hâkim olmasından kaynaklanmış olabilir.

Bu seferki toprak sahibinin adı Vasily Andreyiç Brehunoc’dur. Aziz Nikolay bayramının ertesi günü olaylar başlar.

https://tr.other.wiki/wiki/Saint_Nicholas_Day

Goryaçkino Korusu’nu almak için yola çıkan kahramanımız yanına eşinin telkinleriyle uşağı Nikita’ yı alır. Kar ve gece karanlığından dolayı bir türlü varış noktasına ulaşamaz. İki sefer yanlış köye gitmesine rağmen hırsı nedeniyle orada konaklamaz ve gece yola çıkmayı ister. Tipi nedeniyle yolda kalırlar ve Nikita’ yı bırakarak oradan atıyla birlikte kaçmaya çalışır. Onu’ da beceremez. Atın geri kızağın yanına geri dönmesiyle birlikte uşağının üzerine yatarak O’nu korumaya, kendisi de O’nun vücudu ile ısınmaya çalışır ancak donarak ölür. Nikita üç parmağı kesilerek kurtulur ve hayatına devam eder.

Hikâyenin genel anlatımı bu. Ancak çok beğendiğim bazı sözcükleri hatırlatmak istiyorum;

“Saat üç civarıydı. Ayaz vardı, sıcaklık eksi on dereceye kadar düşmüştü, hava kapalı ve rüzgârlıydı. Göğün yarısı basık, kara bir bulutla kaplıydı. Oysa avlu çok sakindi. Dışarıda ise hatırı sayılır bir rüzgâr vardı. Komşu ahırın çatısından karları havalandırıyor ve köşede, hamamın önünde döndürüp savuruyordu. Vasily Andreyiç, tam Nikita’ nın kapıdan çıkıp, atın başını evin girişine doğru çevirdiği sırada, sırtında bir kuşakla belinin altından sıkıca bağlanmış koyun postundan gocuğu ve ağzında sigarasıyla sahanlıktan çıkıp, deriyle kaplanmış keçe çizmelerinin altında gıcırdayan karla örtülü ana kapıya gelmiş, dikiyordu. Son bir nefes daha çekip sigarayı ayaklarının dibine attı, üzerine basarak ezdi ve bıyıklarının arasından dumanı dışarı bıraktı, avludan sokağa çıkmış olan kızağa şöyle bir göz atarken içi kürklü gocuğunun yakasının uçlarını nefesinden terleyip de kürk nemlenmesin diye al yanaklı, bıyıkları dışında her yeri tıraş edilmiş yüzünün iki yanından aşağı indirdi.”

“Vasily Andreyiç’in evinin bulunduğu Krestı Köyü altı haneden oluşuyordu. En sonra bulunan demirciye ait evin arkasından çıkar çıkmaz rüzgârın düşündüklerinden çok daha kuvvetli olduğunu fark ettiler. Yol neredeyse görünmüyordu artık. Kızağın izi anında kapanıyordu ve yol ancak geri kalan yerlerden daha yüksekte olduğu için ayırt edilebiliyordu. Tarlaların üzerinde karlar savruluyor, yerle göğün birleştiği çizgi seçilmiyordu. Her zaman çok iyi görünen Telyatin Korusu, toz halindeki karların arasından bulanık bir karartı olarak görünüyordu arada bir. Muhortıy’ ın dik boynu üzerinde yelesini inatla bir yana yatıran rüzgâr soldan esiyor ve atın düğüm atılmış kuyruğunu yana döndürüyordu. Rüzgâr tarafında oturan Nikita’ nın uzun yakası yüzüne ve burnuna yapışıyordu.”

“At karla kaplı yolda sağa sola sapmadan yürüyordu. Daha kırk sajen gitmemişlerdi ki, aralıksız yağan karla çatısı tepeleme dolmuş, üstü kapalı, çevresi açık bir ambarın etrafındaki çit, düzgün, kara bir şerit halinde görünmeye başladı. Ambarı geçtikten sonra ilerledikleri yol, rüzgâra göre yönünü değiştirince bir kar yığınına saplandılar. Ama ilerideki iki evinde arasında dar bir sokak görünüyordu, anlaşılan havalanan karlar yola yığılmıştı ve bu yığını aşmak gerekiyordu. Gerçekten de kar yığınını atlatınca bir sokağa girdiler. Uçtaki avlunun önüne ipe asılı donmuş çamaşırlar, bir kırmızı, bir beyaz gömlek, bir pantolon, dolaklar ve bir etek rüzgârda çaresizce sallanıyordu. Özellikle de beyaz gömlek kollarını sallayarak umutsuz bir şekilde çırpınıp duruyordu.- Şuna bak, kadın ya tembelin teki, ya da son nefesini veriyor, bayram gelmiş daha çamaşırları toplamamış, dedi Nikita hoplayıp duran gömleklere bakarak.”

“Masanın üstünde abajurlu bir lamba asılıydı ve lamba, altındaki çay takımlarını, votka şişesini, mezeleri ve kutsal köşede ikonaların, onların her iki yanında da tabloların asılı olduğu tuğla duvarları pırıl pırıl aydınlatıyordu. Vasily Andreyiç sırtında sadece siyah gocuğuyla, donmuş bıyıklarını emerek ve patlak atmaca gözleriyle çevresindeki inşaları ve evin içini inceleyerek masanın başköşesine kuruldu. Vasily Andreyiç’ ten başka masada ev dokunması beyaz bir gömlek giymiş, dazlak kafalı, aksakallı ihtiyar ev sahibi oturuyordu. Onun yanında bayram için Moskova’dan gelen ve omuzlarıyla sırtının sağlamlığı ince basma gömleğinin altından belli olan oğul, onun yanında da evdeki işleri yürüten geniş omuzlu ikinci oğulla çelimsiz, sarışın bir köylü olan komşu vardı.”

“Nikita kızağın ön kısmında asılı olan kamçıyı aldı ve hayvana vurdu. İyi huylu, kamçıya alışkın olmayan at yekindi, tırısa kalktı, ama hemen yine rahvana geçti, sonra da adım adım yürümeye başladı. Beş dakika kadar böyle gittiler. Hava öyle karanlıktı ve yukarıda da, aşağıda da öylesine toz dumana karışıyordu ki, zaman zaman boyunduruk görünmüyordu. Bazen sanki kızak yerinde duruyormuş ve tarla geriye doğru koşuyormuş gibi geliyordu. At galiba önünde kötü bir şey sezerek birden bire sert bir şekilde durdu. Nikita dizginleri elinden fırlatarak yine yere atladı ve neden durduğunu anlamak için atın önüne doğru yürüdü, ancak tam atın önüne doğru bir adım atmak isterken ayakları kaydı ve dik bir yamaçtan yuvarlandı.”

Visited 1 times, 1 visit(s) today
Close